Tarih: 25.11.2025 20:27

Eğitim-Sen Adıyaman İl Kadın Platformu: ‘Kadın cinayetleri politiktir, hesabını biz soracağız’ - Videolu Haber

Facebook Twitter Linked-in

Adıyaman - Eğitim-Sen Adıyaman İl Kadın Platformu, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla Mimar Sinan Kültür Parkı önünde basın açıklaması yaptı. Platform adına açıklamayı okuyan Nursel Biçer, "Kadına yönelik şiddet münferit olaylardan ibaret değildir. Devletin kadınları yok sayan politikaları ve toplumsal cinsiyetçi tutumlar şiddeti sistematik hale getiriyor" dedi.

Biçer, İstanbul Sözleşmesi'nin uygulanması gerektiğini vurgulayarak, "İstanbul Sözleşmesi'nin tüm hükümleri eksiksiz uygulanmalıdır. İstanbul Sözleşmesi'nden çıkan, kadınları şiddet karşısında yalnızlaştırmaya çalışan ve kadınların öldürülmesini değil nasıl ve kaç tane doğum yapmasını kendine dert edinen devlet, kadın cinayetlerinin sorumlusudur. Her zaman olduğu gibi bir kez daha söylüyoruz ki kadın cinayetleri politiktir ve katlettiğiniz her kadının hesabını sizlerden biz soracağız" dedi.

Kadın sığınma evlerinin sayısının artırılması gerektiğini belirten Biçer, "Kadınların yalnızca tehlikeden korunmaları değil, sosyal ve ekonomik yaşama özgürce katılmaları sağlanmalıdır" dedi. Dijital şiddete de dikkat çeken Biçer, "Sosyal medyada kadınlara yönelik tehdit, taciz ve kişisel veri ihlalleri artıyor. Bu konuda etkin önlemler alınmalı" ifadelerini kullandı.

Adıyaman İndere Bölgesi ve yeni yerleşim alanlarındaki kadınların artan güvenlik risklerine değinen Biçer, "Deprem sonrası yeni yerleşimlerde artan nüfusla birlikte kadınlar sosyal, ekonomik ve güvenlik açısından ciddi risklerle karşı karşıya" dedi.

Biçer, açıklamada şu ifadelere yer verdi:

"Bugün 25 Kasım! Erkek-devlet şiddeti tüm hayatımızı kuşatırken yine bulduk birbirimizi. 25 Kasım'da, Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele gününde tüm isyanımız ve dayanışmamızla sokaklardayız. Ne kendi hayatlarımızı ne birbirimizi savunmaktan vazgeçeriz! 25 Kasım, Dominik Cumhuriyeti'nde diktatörlüğe karşı mücadele eden Mirabal Kardeşlerin, 1960 yılında devlet güçleri tarafından vahşice katledilmelerinin ardından dünya kadın hareketinin ortak hafızasında yer eden bir gündür. Patria, Minerva ve María Teresa Mirabal, kadınların özgürlüğü ve toplumsal adalet mücadelesinde simgeleşmiş; politik faaliyetleri nedeniyle sistematik takibe, şiddete ve sonunda devlet eliyle gerçekleştirilen cinayete maruz kalmışlardır. 1981'de Latin Amerika ve Karayipli kadınların düzenlediği feminist toplantıda 25 Kasım, "Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü" olarak ilan edilmiş; 1999'da Birleşmiş Milletler tarafından resmen tanınmıştır. Bugün 25 Kasım, yalnızca bir anma günü değil, kadınlara yönelik her tür şiddeti görünür kılma, teşhir etme, buna karşı sorumluluklarımızı hatırlatma ve şiddeti önlemek için mücadeleyi büyütmek günüdür. Kadınlar olarak; hayatımızın her alanında maruz kaldığımız baskı, sömürü ve şiddetin politik olduğunu, kadınlara yönelik şiddetin münferit olaylar silsilesinden ibaret bir durum olmadığını; devletin kadını yok sayan politikaları ve toplumdaki cinsiyetçi tutumlarla sistematik bir şekilde üretildiğini bir kez daha haykırıyoruz. Bu nedenle kadına yönelik şiddet yalnızca bir sonuç değil, devletin yükümlülüklerini yerine getirmemesi, kadınların haklarına tam erişimin sağlanmaması ve şiddetin her biçimine karşı kararlı bir mücadele yürütülmesi için çağrımız açıktır: Kadına yönelik şiddet sona ermeli, kadınlar barışın, adaletin ve eşitliğin öncüsü olmalıdır. Kalıcı ve adil bir barış, güvenli bir toplum ve toplumsal eşitlik ancak kadınların yaşam hakkının, özgürlüğünün ve karar alma süreçlerindeki eşit temsilinin güvence altına alınmasıyla mümkündür.

2025'in "Aile Yılı" ilan edilmesi ve kamu kurumlarının politikalarının aile merkezli bir çerçeveye oturtulması, kadına yönelik şiddetin görünürlüğünü azaltmış ve bireysel hakların geri plana itilmesine yol açmıştır. Devletin politikasını işlerken "aile birliğini önceleyen" yaklaşımı, şiddet gören kadınların başvuru mekanizmalarına erişimini zorlaştırmış, kolluk ve idari makamların "aileyi koruma" gerekçesiyle kadınları uzlaştırmaya yönlendirme eğilimini artırmıştır. Süregelen ekonomik kriz, kadınların istihdama katılımını ciddi şekilde azaltmış; güvencesiz işlere yönelme, kayıt dışı istihdam ve işten çıkarmalar artmıştır. Ekonomik bağımlılık, kadınların şiddet içeren ilişkilerden çıkmasını zorlaştırmıştır. Ayrıca, yoksulluk nedeniyle kadınların güvencesiz ve ucuz işlerde çalışması, iş kazalarına bağlı ölüm riskini artırmış, birçok kadın bu nedenle hayatını kaybetmiştir.

Bugün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü!!

Evde, işyerinde, sokakta, özel ve kamusal alanda maruz bırakıldığımız tüm değersizleştirmelere karşı bugün buradayız. Emeğimizin sömürülmesine karşı, tüm hayatı üreten emeğimizin hakkını almak için buradayız. Kadınları yok sayan bu iktidarı ıslıklamak, zılgıtlamak için buradayız... Biz susmuyoruz, susmayacağız da.

Teknolojik araçların yaygınlaşmasıyla birlikte kadınlar, sosyal medya ve dijital platformlarda sistematik biçimde hedef alınmakta; tehdit, taciz, kişisel verilerin izinsiz paylaşımı, çevrimiçi takip gibi ihlallerle karşı karşıya kalmaktadır. Dijital şiddet, yalnızca bireysel bir saldırı değil, kadınların kamusal alandaki görünürlüğünü sınırlayan, ifade özgürlüğünü baskılayan ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğini yeniden üreten yapısal bir sorundur. Hapishanelerde de kadınlara yönelik hak ihlalleri sistematik bir şekilde devam etmektedir. Kadınlar yetersiz sağlık ve hijyen koşullarına erişim eksikliği, kelepçeli muayene, çıplak arama ve keyfi disiplin cezalarına maruz kalmaktadır.

Kadınlar, hem çatışmalı süreçlerin hem de baskıcı devlet politikalarının ilk hedefi haline gelirken; barışın, adaletin ve demokratikleşmenin en güçlü öznesi olmaya devam etmektedir. Coğrafyamızda yıllardır süren çatışmalı ortamın kadınlar üzerindeki etkisi çok boyutludur; zorunlu göç, yoksullaşma, artan kaygı ve toplumsal cinsiyet temelli şiddetin ağırlasması görünür hale gelmektedir. Çatışma çözümlerinde kadınların barış mücadelesinin dışlandığı, haklarına erişimlerinin engellendiği ve en kırılgan aktörler olarak bir kez daha mağdur edildiği bu tabloda, kadınların güvence altına alınmadıkça çatışmanın yarattığı toplumsal tahribatın onarılması mümkün değildir. Coğrafyamızda uzun yıllardır devam eden güvenlikçi politikalar, kadınların maruz kaldıkları hak ihlallerini artıran bir etki yaratmaktadır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğüne yönelik müdahaleler ile gözaltı süreçlerinde ortaya çıkan cinsiyet temelli kötü muamele, kadınların siyasal ve toplumsal hayata katılımını sınırlamaktadır. Özellikle Kürt illerinde yürütülen askeri ve idari uygulamalar, kadınların gündelik yaşam koşullarını doğrudan etkileyen sistematik hak ihlallerine dönüşmektedir. Kadın örgütleri ve hak savunucuları ise yıllar boyu yargı ve kolluk tacizine maruz bırakılmışlardır. Tüm bu nedenlerle, Kürt Meselesi bağlamında yürütülmekte olan çözüm sürecini desteklemekle beraber, kalıcı bir barışın ancak kadınların sürece aktif katılımı ile mümkün olabileceğini bir kez daha vurguluyoruz. Bu bağlamda taleplerimiz;

1. Türkiye, hukuken bağlayıcı niteliği devam eden İstanbul Sözleşmesi'nin tüm hükümlerini eksiksiz uygulamalıdır.

2. 6284 sayılı Kanun'un etkin bir şekilde uygulanmasını engelleyen keyfi idari ve kolluk pratikleri son bulmalıdır.

3. Kadın örgütlerinin çalışmaları üzerindeki baskıya ve kriminalize eden yaklaşımlara son verilmelidir.

4. Kadına yönelik şiddet suçlarında cezasızlık politikası son bulmalı, etkili soruşturma ve yargılama ilkeleri güvence altına alınmalıdır.

5. Kadın Sığınma Evlerinin sayısı, erişilebilirliği ve niteliği artırılmalıdır. Bununla beraber kadınların yalnızca tehlikeden korunmaları değil; ekonomik ve sosyal yaşama özgür bir şekilde katılabilecekleri koşullar sağlanmalıdır.

6. Sosyal medyanın yaygınlaşması ve teknolojiye erişimin artması ile birlikte kadınlara yönelik artan dijital şiddete karşı etkin tedbirler alınmalı, kadınların ifade ve fikir özgürlüğü korunmalıdır.

7. Mültecilik statüsü dahi engellenen sığınmacı kadınlara yönelik ayrımcı uygulamalar derhal son bulmalı; barınma, sağlık, eğitim gibi temel insan haklarına erişimleri sağlanmalıdır.

8. Kürt Meselesi bağlamında yürütülmekte olan çözüm sürecine kadınların etkin katılımları sağlanmalı, BM Güvenlik Konseyi'nin 1325 sayılı Kararı'nın kadınların korunması ve karar alma süreçlerine katılımı yönündeki ilkeleri benimsenmelidir.

Kadına yönelik şiddet yalnızca münferit olaylar silsilesinden ibaret bir olgu değil; devletin kadını yok sayan politikaları ve toplumsal yapıda kadına karşı tutumlar ile beslenen sistematik bir insan hakkı ihlalidir. Kadınlar olarak, kadınların şiddetten uzak, eşit ve özgür bir yaşam hakkını savunmayı, hak ihlallerini belgelemeye ve görünür kılma sorumluluğumuzu sürdürmeye devam edeceğimizi bir kez daha kamuoyuna bildiriyoruz. Devletin yükümlülüklerini yerine getirmesi, kadınların haklarına tam erişimin sağlanması ve şiddetin her biçimine karşı kararlı bir mücadele yürütülmesi için çağrımız açıktır: Kadına yönelik şiddet sona ermeli, kadınlar barışın, adaletin ve eşitliğin öncüsü olmalıdır. Kalıcı ve adil bir barış, güvenli bir toplum ve toplumsal eşitlik ancak kadınların yaşam hakkının, özgürlüğünün ve karar alma süreçlerindeki eşit temsilinin güvence altına alınmasıyla mümkündür.

İstanbul Sözleşmesi'nden çıkan, kadınları şiddet karşısında yalnızlaştırmaya çalışan ve kadınların öldürülmesini değil nasıl ve kaç tane doğum yapmasını kendine dert edinen devlet, kadın cinayetlerinin sorumlusudur. Her zaman olduğu gibi bir kez daha söylüyoruz ki kadın cinayetleri politiktir ve katlettiğiniz her kadının hesabını sizlerden biz soracağız."

 

Kaynak : PERRE




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —